Читать книгу «Cinayeti O yazdi» онлайн полностью📖 — Parvana Saba — MyBook.
image

ONUNCU BÖLÜM – Muhatabı Olmayan Mektuplar

Gece kaygının sarıldığı kadife gibi yoğundu. Araba lastik ve toz kokuyordu ama Elina herhangi bir koku ya da zaman hissetmiyordu. Pencerenin dışındaki şehir, arkasında yalnızca dizi sokak lambaları ve insanın kendi düşüncelerinin yansımalarını bırakarak, yavaş yavaş geri çekiliyormuş gibi görünüyordu.

Martha’ya doğru gidiyordu. Konuşmak için değil. Açıklama yapmak için değil. Çünkü başka türlüsü mümkün değil. Çünkü çocukluğunda yaptığı çizimlerin hâlâ bulunduğu oda artık fazlasıyla sessizdi. Sessizlik çok şey biliyordu.

Martha onu kapıda karşıladı; çıplak ayakla, ince bir geceliğin üzerine sıcak tutan bir ceket giymişti. Yüzü yorgundu ama gözleri, gerçeğin hükmünü bekleyen bir insanda ortaya çıkan gerilimle parlıyordu.

– İçeri gelin. Zaman kaybetmeyelim» dedi.

Çaydanlık kaynıyordu. Ama Elina mutfağa bakmadı. Masanın ortasında bir defter vardı. Kalın, buruşuk kapaklı, kenarları yazılı. Tanıtılmasına gerek yoktu. Ali’nin el yazısı tanınıyordu; köşeli, sanki her harf taşa oyulmuş gibi.

Marta kollarını kavuşturarak sessizce karşıma oturdu.

– Okumak istemedim. Ama başlayınca anlayacaksınız. Bu metin dikkat gerektirmez. O bunu talep ediyor.

Elina ilk sayfayı açtı. Üzerinde herhangi bir başlık ya da tarih yoktu. Sadece kelimeler:

«Hayatıma girmeden önceki adımlarını hatırladım.»

Yavaşça okudu. Dikkat buzun üzerindeymiş gibi kaydı. Kelimeler tarif etmedi – yarattılar. Oda, kokular, sesler sadece onun bildiği. Gri bir yüzle ve sonsuza kadar titreyen parmaklarla yatakta yatan anne. Geceleri söylenen sözler. «Benim gibi olmak zorunda değilsin. Farklı olmalısın. Benim katlanamadıklarıma katlanmalısın.»

Her satırı fazlasıyla kesindi. Formda değil. Bellekten. Hiçbir biyografide bulunamayan iç tonlamayla.

Elina, «Bundan hiç bahsetmedim,» diye fısıldadı.

– Ne mektuplarda, ne rüyalarda, ne de kitaplarda. Günlükler bile boş. Bilemezdi.

Martha başını salladı.

«Bunun bir tesadüf olduğunu düşündüm.» Harika bir tahmin hakkında. Ama çok doğru yazıyor. Bu bir fantezi değil. Bu penetrasyondur.

Elina masanın kenarını nasıl sıktığını fark etmedi. Cilt beyaza döndü.

– Sormuyor. O alıyor. Bu metin değil. Bu bir istiladır.

Marta ikinci defteri verdi. Daha ince, kırmızı kapaklı.

– Bu seninle ilgili. Ve sadece senin hakkında. Binlerce kelime. Tek bir hata bile yok. Unutmaya çalıştığın şey bile oradadır. Tarif etmiyor. Bunu yeniden yaşıyor. Sanki sen onun anısısın.

Elina not defterini almadı. Yapamadım. Gözler ilk sayfanın köşesinde durdu, en altta şunlar yazıyordu:

«Bazen hiç yaşamadığımız şeyleri hatırlarız. Ancak bu, anıların yanlış olduğu anlamına gelmez.»

Ve sonra anladı. Konu Ali’nin ne bildiğiyle ilgili değildi. Ve daha tanışmadan önce onun kim olduğu hakkında.

Ve belki de onu gerçekten başından beri tanıyordu. İsmiyle değil. Ama aslında. Sanki – bir kez – zaten yazılmış gibi.

ON BİRİNCİ BÖLÜM – Başka birinin hafızasının hatları

Sabah hiçbir uyarı olmadan geldi. Işık yok, ses yok – yalnızca dünyanın duvarlarının ötesinde bir yerde şafağın kızıl-sıcak bakırının bilinmeyenin yoğun dokusunu kırmaya çalıştığı hissi. Elina uyumadı. Bu satırların nereden geldiğini bilmeden sayfaları çevirdim. Sadece gerçekler, tarihler, kokular değil. Daha fazlası da vardı. Sanki biri onu ters yüz ediyor, tenine dokunmuyor, tam özüne nüfuz ediyordu.

Martha kanepede battaniyeye sarılı uyuyordu. Ev sessizlikle doluydu ama şimdi sessizlik farklı geliyordu. Sayfaları özümsemiş, onları duvarların, mobilyaların, nefes almanın bir parçası haline getirmiş gibiydi.

Elina balkona çıktı. Rüzgar ısırıyordu. Avlunun dışındaki çam ağaçları, karışmak istemeyen tanıklar gibi birbirlerine bir şeyler fısıldadılar. Telefonunu çıkardı, postasını açtı ve ancak o zaman fark etti: yeni bir mektup. Konu yok. Bilinmeyen bir muhataptan. Açtım. İçinde sadece iki kelime var:

«Okuyor musun?»

Ellerim titredi. Ekranı kapatıp ormana baktı. Tek bir yaprak bile kıpırdamadı. Tek bir ses bile gözlemciyi ele vermedi. Ama öyleydi. Bunu yanaklarındaki soğukluk kadar net hissediyordu.

İçeri döndüğünde Martha’yı uyandırmadı. Onun yerine ikinci defteri aldım. Kırmızı. Daha önce açmaya cesaret edemediğim şey. İlk sayfada başlık yok, tarih yok. Sadece satır:

«Bunu öğrenmemen gerekiyordu. Ama bu zaten oldu.»

Çarşafı ters çevirdi ve başladı.

Orada hiçbir hikaye yoktu. Bir teşhis vardı. Korkuları kendisinden bile gizlenmişti. Biyografi, yetiştirilme tarzı ve acıyla açıklanan, rastgele olduğunu düşündüğü tepkiler. Ama Ali sanki katmanları soyuyormuş gibiydi. Birer birer. Baskı yok. Aletleri iz bırakmayan ama sonsuza kadar değişen bir cerrah gibi.

Gerçekleşmemiş ama okuyunca anı gibi gelen olayları anlattı. Sanki biri ona başka birinin hayatını vermiş gibiydi ve şimdi tanınmayı talep ediyordu. Trende bir yabancının adını sorduğu ancak kim olduğunu hatırlayamadığı için cevap vermediği olay. Annesiyle hiç yaşanmamış ama yalnızlığa karşı tutumunu sonsuza dek değiştiren bir konuşma.

Sayfalardan birinde ince, keskin bir cümle var:

«Mantığın içinde saklanıyorsun çünkü duygular senin için çok tehlikeli. Ama mantık bir kalkan değil kafestir.»

Defterini bıraktı. O anda Martha uyandı. Kelimeler olmadan sadece ona baktım ve anladım.

Elina, «Artık sadece yazmıyor» dedi. – Bir adım önde. O liderlik ediyor.

Martha yaklaştı. Zarfın bulunduğu masanın köşesini işaret etti. Onu daha önce fark etmemişti.

– Sabah geldi. Marka yok. Birisi onu kapıya bırakmış.

Zarfın üzerinde onun adı yazıyor. El yazısı aynı. İçinde bir fotoğraf var. Eski, sararmış. Elina çocukken okul kapısında. O günü sadece o hatırladı: o zamanlar kimse fotoğraf çekmedi.

Arkasında şu yazı var:

«Eğer farklı hatırlıyorsan, oraya geri dönme zamanın gelmiş demektir.»

Fotoğrafa baktı. Sanki göğsümdeki buzlar kırılmıştı. Çünkü arka planda, arkasında bir adam vardı. Yüksek. Yağmurlukta. Elinde bir kitapla. Yüzü okunaksızdı ama silüeti kesinlikle tanınıyordu.

Ancak o zaman yedi yaşındaydı. Ama buna kesinlikle sahip olmamalıydı.

Ve birdenbire netleşti: Okuduğu her şey bir roman değildi.

Bu rota. Ve onun yoluna devam etmesini bekliyordu.

Aksi takdirde asla aynı şekilde uyanamayacaktır.

ONİKİNCİ BÖLÜM – Düşünce Arşivi

Yolculuk birkaç saat sürdü. On yedi yıl önce ayrıldığı memleketine giden yol değişmedi ama ona yabancı geliyordu. Sanki her dönüş hafızasından yeniden inşa edilmişti ama kendisininki değil. Martha onunla gitmekte ısrar etti. Hiçbir soru sormadı, sadece çiseleyen yağmur altında pencerenin dışındaki manzaranın bulanıklaşmasını sessizce izledi.

Şehre girdiğimizde hava sanki beklentiyle dolmuşçasına yoğunlaştı. Eski fenerler, evlerin soyulmuş cepheleri, okulun dışındaki tabela; her şey onun artık bir rol oynaması gereken, metni zaten başkası tarafından yazılmış olan bir performansın parçası gibiydi.

Elina okulun kapısında durdu. Aynı ızgara, aynı soyulan yeşil metal. Ancak şimdi bunu farklı görüyordu. Geçmişin dekorasyonu olarak değil, kurgu olmadığının kanıtı olarak. Aynısının bir fotoğrafını çıkardı. Çitin kıvrımlarını, arka plandaki ağacın kıvrımını karşılaştırdım. Her şey uyumluydu. Işık bile sessiz ve soğuk, sanki dünya fotoğrafa uyum sağlamış gibi.

– Emin misin? «Martha elini sıktı.

– Hayır. Ama umurumda değil.

Binaya girdiler. Tezgahtaki güvenlik onlara şaşkınlıkla baktı, sonra telsizine bir şeyler fısıldadı. Altmış yaşlarında, kalın kaşlı ve yüzünde endişeli bir ifade olan okul müdürü belirdi. Adını hemen tanıdı; tuhaf bir ihtiyatla, sanki şaşırmamış da bekliyormuş gibi.

– Baban buraya geldi. Yaklaşık iki yıl önce. Eski arşivleri, havalı dergileri, fotoğrafları görmek istedi. O zaman şaşırdık; belirli bir fotoğraf aradığını söyledi. Ama nedenini söylemedi.

Elina üşüdü. Baba. Uzun zaman önce her şeyden vazgeçtiğini düşünüyordu. Umurunda değil. Ortaya çıktı – hayır.

Onlara arşivin yolu gösterildi. Anahtar müdürün odasındaydı. Kale sanki olup bitenlerin açık sözlülüğünden şikayet ediyormuş gibi gıcırdadı. İçinde toz, kutular, kataloglar var. Martha bir el feneri yaktı. Arıyorlardı.

Kırk dakika sonra Elina üzerinde «1997» yazan bir kutu buldu. İçinde bir yığın siyah beyaz fotoğraf var. Okul tatilleri, geziler, günlük hayattan sahneler. Ve – aynı çerçeve. Sadece bu sefer – arkasında bir figür olmadan. Pelerin olmadan. Kitap olmadan. Sadece o. Okul kapılarının fonunda küçük, kafası karışık.

«Orada değil» diye fısıldadı.

«Ya da oradaydı ama fotoğrafta kalmamalıydı.»

Elina binanın nefes almaya başladığını hissetti. Kelimenin tam anlamıyla değil ama sokakların, şehirlerin ve evlerin bazen nefes alması gibi; birisi çok uzun süredir saklı olan bir şeyi gün ışığına çıkardığında.

Fotoğrafın arkasında birisi yazmaya başlamıştı ama cümleyi kesti. Mürekkep bulaşmış. Sadece ilk kelimeleri okudu:

«Aradığınız her şey hafızada değil, hafızada…»

Hepsi bu. Daha fazlası değil.

Ama artık nereye gideceğini biliyordu.

Çünkü geçmişe atılan adımlar kapılarla bitmiyor.

Her zaman daha derine götürürler.

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM – Sessizliğin Fonogramı

Gün ağardı. Genellikle batan güneşin tonlarını yansıtan gökyüzü bile soluk görünüyordu. Gölgeler uzamadı; sanki dünya netliğini kaybediyormuş gibi ortadan kayboldular. Elina eski kütüphanenin yakınına park edilmiş bir arabada oturuyordu. Bir zamanlar ona cansız görünen bina artık varlıkla nefes alıyordu. Sanki içinde kitaplar değil de sayfaların arasına sıkıştırılmış birinin unutkanlığı vardı.

Martha otelde kaldı. Bu ziyaretin tek başına yapılması gerektiğini düşünüyordu. Bu kütüphanenin kendine has sesleri, kendi anlamları vardı. Ve Elina ağır kapıyı çektiğinde, ona sanki bir odaya değil, geçmişin akustik bir odasına girmiş gibi geldi – her adımın niyetlerin yankısıyla yankılandığı yer.

İçerisi kağıttan daha fazla kokuyordu. Metal, kurumuş çiçekler ve garip bir soğuk kokuyordu; sanki çoktan amacını kaybetmiş eserlerin saklandığı bir mağara gibiydi. Yüzü adli tıp doktoruna daha uygun olan sıska bir adam olan kütüphaneci, adı söylediğinde sessizce başını salladı.

– Elina Dal mı? İçeri gelin. Bu size kaldı.

Gazete kâğıdına sarılı ince bir kutu uzattı. Yazıtlar Almancaydı. Yıl 1998. Hemen açmadı. İlk önce köklerine dokunarak salonun etrafında yürüdü. Hepsi onun dikkatle bastırdığı şeyleri hatırlayan eski arkadaşlara benziyordu.

Nihayet kış öğleden sonrası gibi ışık yayan bir lambanın altında köşedeki masaya oturduğunda kutu neredeyse kendi kendine açıldı. İçinde bir kaset var. Elle imzalanmış bir başlığa sahip sıradan bir ses kaseti: «Oda 213.»

Arkasında da aynı imza var. Ali. Sıkı, kendine güvenen el yazısı. Hiçbir talimat veya açıklama yoktu. Yalnızca tarih ve yer. Elina kaseti çantasına koydu, kütüphaneciye teşekkür etti ve gitti. 213 numaralı odanın nerede olduğunu zaten biliyordu.