Merk beyaz yapraklarla parlayan orman yolunun ilerde yükselip sonra tekrar alçaldığını gördü ve ufukta tekrar Ur Kulesini aradı. Hala bir işaret yoktu. Bu yolu onu eninde sonunda oraya götürecekti; bu kutsal yolculuk aylardır onu çağırıyordu. Çocukluğundan beri Gözcüler hikâyesi onu büyülemişti. Yarı insan yarı başka bir şey olan, iki ayrı kule, kuzeybatıda Ur Kulesi ve güneydoğuda Kos Kulesinde yerleşmiş olan, gizli bir keşiş/şövalye tarikatının hikâyesi… Bu tarikatın görevi Krallığın en değerli kutsal emanetini korumaktı: Ateş Kılıcı. Ateş Duvarını hala ayakta tutan da bu Ateş Kılıcı efsanesiydi. Elbette hiç kimse kılıcın hangi kulede tutulduğunu bilmiyordu. Bu yalnızca kadim Gözcüler tarafından bilinen, çok sıkı saklanan bir sırdı. Herhangi bir şekilde alınır veya çalınırsa Ateş Duvarı sonsuzluğa gömülebilir ve Escalon tehlikelere açık hale gelebilirdi.
Kulelerde gözcülük yapmanın, eğer Gözcüler size Kabul ederse, yüce bir iş, kutsal ve onurlu bir görev olduğu söylenirdi. Merk çocukluğundan beri Gözcülerin hayalini kurardı. Gece yatağına yattığında, onların arasına katılmanın nasıl bir şey olacağını merak ederdi. Kendini soyutlanmışlık, hizmet ve tefekkür içinde kaybetmek istiyordu ve bunun için bir Gözcü olmaktan daha iyi bir yol düşünülemezdi. Merk hazır olduğunu hissetti. Deriyi zincir zırha tercih etmişti. Asayı da kılıca ve hayatı boyunca ilk defa tam bir ay boyunca hiç kimseyi öldürmemiş veya bir ruha zarar vermemişti. İyi hissetmeye başlıyordu.
Merk küçük bir tepeye ulaştığında, günlerdir olduğu gibi umutla etrafına bakındı; bu tepe belki de Ur Kulesini görmesini sağlayacaktı. Fakat hala hiçbir şey yoktu, sadece göz alabildiğine uzanan bir orman vardı. Yine de artık yaklaşmış olduğunu biliyordu; günlerce yürüyüşünün ardından kule o kadar da uzakta olamazdı.
Merk yolun aşağısına doğru devam etti, dibe doğru inerken orman sıklaştı ve yolun sonunda yolu kapatan, devrilmiş devasa bir ağaçla karşılaştı. Durup ağacı incelemeye başladı. Büyüklüğüne hayran olmuştu. Etrafından nasıl dolanacağını düşünüyordu.
“Yeteri kadar uzak dedim,” dedi kötücül bir ses.
Merk sesteki karanlık amacı hemen sezdi. Üzerinde uzman olduğu bir konuydu ve bundan sonra ne olacağını anlaması için arkasına dönüp bakmasına bile gerek yoktu. Etrafındaki yaprakların hışırdadığını duydu. Ormanın dışından, sesle uyumlu yüzler belirmeye başladı; hepsi de birbirinden umutsuz görünümlü haydutların yüzleri. Hiçbir sebep yokken insan öldürebilecek adamların yüzler. Her hafta rastgele ve amaçsız şiddet uygulayan, sıradan hırsızlar ve katiller. Merk’in gözünde bunlar aşağılığın da aşağılığıydı.
Merk etrafının sarılmış olduğunu gördü ve tuzağa düşmüş olduğunu anladı. Çaktırmadan etrafına bir göz attı. Eski içgüdüleri uyanıyordu. Adamların sekiz kişi olduklarını saydı. Hepsinin eline hançerler vardı. Paçavralar giyen bu kirli yüzlü, kirli elli, pis parmaklı, tıraşsız yüzlü adamların hepsinde de günlerdir hiçbir şey yemediklerini belli eden umutsuz bir bakış vardı. Ayrıca sıkılmışlardı.
Haydutların lideri yaklaştığında Merk gerildi; fakat ondan korktuğu için değil, istese onu öldürebilirdi, hatta hepsini birden gözünü kırpmadan öldürebilirdi. Onu geren şey şiddet uygulamak zorunda kalma olasılığıydı. Her ne pahasına olursa olsun yeminine sadık kalmaya kararlıydı.
“Ne yakaladık?” diye sordu biri, Merk’e yaklaşmış, etrafında dolanıyordu.
“Rahibe benziyor,” dedi bir diğeri, sesi alaycıydı. “Fakat o çizmeler uymuyor.”
“Belki de kendini asker zanneden bir keşiştir,” deyip güldü biri.
Hepsi kahkaha atmaya başladı. Aralarından, kırklarında, ön dişlerinden biri eksik olan, hödük tipli biri berbat kokan nefesiyle Merk’e yaklaştı ve omzunu dürttü. Eski Merk olsa bunun yarısı kadar bile yaklaşan birini anında öldürmüş olurdu.
Fakat yeni Merk daha iyi bir adam olmaya kararlıydı, şiddetten uzaklaşmaya kararlıydı, her ne kadar şiddet onu terk etmek istemiyor görünse bile. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Kendini sakin olmaya zorluyordu.
Şiddete asla başvurma, diye kendi kendine tekrarladı.
“Ne yapıyor o keşiş öyle?” diye sordu biri. “Dua mı ediyor?”
Hepsi yeniden kahkahaya boğuldu.
“Tanrın sana yardım etmeyecek adamım!” dedi biri.
Merk gözlerini açtı ve salakça konuşana gözlerini dikti.
“Size zarar vermek niyetinde değilim,” dedi sakince.
Kahkahalar arttı. Öncekinden daha da yüksek sesle gülüyorlardı. Merk, sakin kalmanın ve şiddete başvurmamanın hayatında yaptığı en zor iş olduğunu fark etti.
“Ne kadar da şanslıyız!” diye yanıtladı biri.
Tekrar güldükleri sırada liderleri Merk’in yüzünün dibine kadar yaklaşınca hepsi birden sustular.
“Fakat kim bilir,” dedi, sesi ciddiydi. O kadar yakındı ki Merk nefesinin iğrenç kokusunu alabiliyordu, “bizim sana zarar verme niyetimiz vardır.”
Merk’in arkasından gelen bir adam kalın kolunu onun boğazına doladı ve sıkmaya başladı. Boğulur gibi olduğunu hisseden Merk zorlukla nefes aldı. Adamın kolu ona acı verecek kadar sıkıyordu ama nefesini kesmeye yeterli değildi. Anlık refleksi arkasına uzanıp adamı öldürmek olurdu. Bu çok kolay olurdu; adamın kolunu gevşetmesi için ön kolda mükemmel bir basınç noktası biliyordu. Fakat kendini hiçbir şey yapmamak için zorladı.
Bırak gitsinler, dedi kendi kendine. Aşağılanmaya giden yol bir yerden başlamak zorunda.
Merk haydutların liderine döndü.
“İstediğiniz neyim varsa alın,” dedi Merk zorlukla nefes alarak. “Alın ve yolunuza gidin.”
“Peki ya alır ve burada durmaya devam edersek?” diye yanıtladı liderleri.
“Sana kimse neyi alıp neyi alamayacağımız sormuyor adamım,” dedi bir diğeri.
İçlerinden biri öne çıktı ve açgözlü ellerini, dünyada kalan birkaç kişisel eşyasında gezdirerek Merk’in belini yokladı. Eller sahip olduğu her şeyi ararken Merk kendini sakin kalmaya zorladı. Sonunda iyi kalite gümüş hançeri, en sevdiği silahına ulaştılar. Merk hala acı içindeydi ve hiçbir tepki vermedi.
Bırak gitsin, dedi kendi kendine.
“Bu nedir?” diye sordu biri. “Bir hançer mi?”
Merk’e ters ters baktı.
“Ne tarz bir keşiş böyle bir hançer taşır?” diye sordu biri.
“Ne yapıyorsun adamım, ağaçları mı oyuyorsun?” diye sordu diğeri.
Hepsi güldüler ve Merk, daha ne kadarına katlanabileceğini merak ederek dişlerini sıktı.
Hançeri alan adam durdu, Merk’in bileğine baktı ve kolunu sıyırdı. Merk bulacakları şeye karşı kendini hazırladı.
“Bu nedir?” diye sordu haydut, bileğini tutmuş, havaya kaldırmış inceliyordu.
“Bir tilkiye benziyor,” dedi biri.
“Bir rahibin tilki dövmesiyle ne işi olur?” diye sordu diğeri.
İnce uzun, kızıl saçlı bir diğeri öne çıkıp bileğini yakaladı ve daha yakından incelemeye başladı. Bileğini bıraktıktan sonra Merk’e şüpheci gözlerle bakmaya başladı.
“Bu bir tilki değil size aptallar,” dedi adamlarına. “Bu bir kurt. Kralın adamının simgesi, bir paralı asker.”
Merk adamın suratının dövmesine baktığında kızardığını hissetti. Kim olduğunun ortaya çıkmasını istemiyordu.
Haydutların hepsi sessizce ona bakıyorlardı ve Merk ilk defa yüzlerinde bir tereddüt hissetti.
“Bu katillerin tarikatı,” dedi biri, sonra ona döndü. “Bu işareti nasıl aldın adamım?”
“Büyük ihtimalle kendi kendine yapmıştır,” diye yanıtladı biri. “Yolları daha güvenli hale getiriyordur.”
Lider Merk’in boğazını tutan adamına başıyla işaret etti ve adam Merk’in boğazını bıraktı. Merk rahatlamıştı, derin nefes aldı. Fakat liderleri uzanıp Merk’in boğazına bir bıçak dayadı. Merk o gün orada ölüp ölmeyeceğini merak etti. Bütün yaptıklarının kefaretini bu şekilde mi ödeyecekti? Ölmeye hazır olup olmadığını merak etti.
“Cevap ver,” diye kükredi liderleri. “Onu kendine sen mi yaptın adamım? Bu işareti almak için en az yüz adam öldürmen gerektiğini söylerler.”
Merk nefes aldı ve takip eden uzun sessizlik içinde ne demesi gerektiğini düşündü. Sonunda içini çekti.
“Bin,” dedi.
Lider afallamış, kafası karışmış durumdaydı.
“Ne dedi?” diye sordu.
“Bin adam,” diye açıkladı Merk. “Dövmeyi ancak bu şekilde alabilirsin ve bu dövme Kral Tarnis’in bizzat kendisi tarafından verildi.”
Hepsi gözlerini dikmiş ona bakıyordu. Şoke olmuşlardı. Ormana uzun bir sessizlik çöktü. O kadar sessizdi ki, Merk böceklerin kanat seslerini duyabiliyordu. Şimdi ne olacağını merak etti.
Biri histerik bir şekilde gülmeye başladı ve diğerleri de ona katıldı. Merk orada dururken, güldüler ve kahkahalara boğuldular; hayatlarında duydukları en komik şey olduğunu düşünüyorlardı.
“Bu iyiydi, adamım,” dedi biri. “Bir keşiş olduğun kadar iyi bir yalancısın.”
Liderleri bıçağını boğazına doğru bastırdı; kanatmaya başlayacak kadar sert bastırıyordu.
“Bana cevap ver, dedim sana,” diye tekrarladı liderleri. “Gerçek bir cevap. Ölmek mi istiyorsun adamım?”
Merk durdu; acıyı hissediyor ve soru üzerine düşünüyordu. Sorunun cevabını gerçekten düşünüyordu. Ölmek mi istemişti? Bu güzel bir soruydu ve haydudun düşündüğünden çok daha derin bir soruydu. Cevabı düşündükçe, ciddi şekilde kafa yordukça, bir parçasının ölmek istediğini fark etti. Hayattan yorulmuştu, ölümüne yorulmuştu.
Merk beklediği sürede ölmeye henüz hazır olmadığını fark etti. Şimdi değil. Bugün değil. Yeniden başlamaya hazır olduğu zaman değil. Hayattan zevk almaya başlamışken olmazdı. Değişmek için bir şans istemişti. Kulede hizmet etmek için bir şans; bir Gözcü olmak için.
“Hayır, aslında istemiyorum,” diye yanıtladı Merk.
En sonunda kendisini esir alan adamın gözlerinin içine baktı. İçinde bir çözülme oluşmaya başlamıştı.
“Ve bu yüzden,” diye devam etti, “Size tek bir şans veriyorum, hepinizi öldürmeden önce tek bir şans.”
Lider kaşlarını çatıp saldırıya geçmeden önce herkes şok içinde sessizce ona baktı.
Merk bıçağın boğazını kesmeye başladığını hissetti ve içinden bir şey denetimi ele aldı. Bu onun profesyonel tarafıydı. Tüm hayatı boyunca eğitti ve daha fazlasına katlanamayacak olan tarafı. Bu yeminini bozmak anlamına geliyordu ama artık umurunda değildi.
Eski Merk hızla geri döndü; sanki hiç gitmemiş gibi ve göz açıp kapayana kadar kendini katil halinde buldu.
Merk odaklandı ve rakiplerinin tüm hareketlerini, tüm seğirmelerini, tüm basınç noktalarını ve tüm kırılganlıklarını gördü. Onları öldürme arzusu her yanını eski bir dost gibi sardı ve Merk onun kontrolü ele almasına izin verdi.
Şimşek kadar hızlı bir şekilde Merk liderin bileğini yakaladı, parmağını basınç noktasına koydu ve kırana kadar bastırdı. Hançerin yere düşüşüyle birlikte atılarak hançeri yerden aldı ve adamın boğazını boydan boya kesti.
Liderleri yüzüstü yere devrilmeden önce son bir kez afallamış bir şekilde ona baktı.
Merk yüzünü diğerlerine döndüğünde, hepsi ağızları bir karış açık, donakalmış, ona bakıyordu.
Şimdi gülme sırası Merk’teydi. Karşısındakilere bakarken az sonra olacakların tadını çıkartıyordu.
“Bazen, çocuklar,” dedi, “sataşmak için çok yanlış bir adamı seçersiniz.”
Бесплатно
Установите приложение, чтобы читать эту книгу бесплатно
О проекте
О подписке