Читать книгу «Gölge Diyarı » онлайн полностью📖 — Моргана Райс — MyBook.
image

BÖLÜM İKİ

Dierdre suyun altında, döne döne ilerleyip nefes almak için çabalarken, akciğerlerinin ezildiğini hissetti. Kendini toplamaya çalışsa da başaramadı; dev su kütlesi tarafından savrulurken dünyası tekrar tekrar tersyüz oluyordu. Derin bir nefes almak istiyordu, tüm bedeni oksijen açlığı içindeydi; fakat nefes almasının ölmek demek olduğunu biliyordu.

Gözlerini kapatıp ağlarken gözyaşları suyla karışıyor, bu cehennem azabının ne zaman sona ereceğini merak ediyordu. Tek avuntusu Marco’yu düşünmekti. Onu suyun içinde kendisiyle birlikte savrulurken görmüş, elimi tuttuğunu hissetmişti; etrafına bakınıp onu aradı. Fakat ne kadar bakındıysa da hiçbir şey göremiyordu, karanlık ve köpüren, üzerine çarpan su kütlesinden başka hiçbir şey… Marco’nun epey önce ölmüş olduğunu düşündü.

Dierdre ağlamak istedi fakat yaşadığı acı tüm kendine acıma duygularını zihninden silip atmıştı; onu sadece hayatta kalmayı düşünmeye zorlamıştı. Dalgaların artık daha da kuvvetlenemeyeceğini düşündüğü sırada akıntı onu tekrar tekrar suyun dibine batırıyor, dünyanın tüm ağırlığı üzerindeymiş gibi hissetmesine sebep olan bir kuvvetle onu itiyordu. Hayatta kalamayacağının farkındaydı.

Burada ölmek ne kadar da ironik, diye düşündü; Pandesia top ateşinin sebep olduğu bir tsunami dalgasıyla sular altında kalmış olan evinde… Farklı bir şekilde ölmeyi tercih edebilirdi. Bu korkunç acıyı, savrulmayı, vücudunun her bir zerresinin umutsuzca ihtiyaç duyduğu nefesi almak için ağzını açamama durumunu yaşamak istemezdi.

Gücünün tükenmeye başladığını, acıya teslim olduğunu hissetti ve sonra, tam da gözleri kapanmak üzereyken, bir saniye daha dayanamayacağını düşündüğü sırada, aniden döndüğünü, kıvrılarak hızla yukarı doğru hareket ettiğini hisseti; dalgalar onu dibe batırdıkları güçle şimdi yukarı itiyordu. Bir mancınığın ivmesiyle yükseliyor, hızla suyun yüzeyini yaklaşıyordu, güneş ışığını görebiliyordu ve basınç kulaklarını mahvediyordu.

Kısa bir süre sonra yüzeye çıktığında şoke olmuştu. Güçlükle nefes aldı, hiç olmadığı kadar çok minnettar bir şekilde derin nefesler alıyordu. Adeta havayı vakumlayarak nefes aldı ve sonra, kısa süre içinde tekrar suyun içine çekilip dehşete kapıldı. Fakat bu sefer biraz daha uzun süre hayatta kalmasına yetecek kadar oksijen alabilmişti ve bu kez su onu çok derine itmemişti.

Kısa süre sonra tekrar yükselip suyun yüzeyine çıktı ve suya tekrar çekilmeden önce derin bir nefes daha alabildi. Her seferinde farklı oluyordu, dalga zayıflıyordu ve Dierdre bir kez daha yüzeye çıktığında dalgaların şehrin sonuna geldiğini ve yok olduğunu hissetti.

Bir süre sonra Dierdre şehrin sınırını aştı, artık sular altında kalmış olan o görkemli binaları geçti. Bir kez daha suyun altına çekildi fakat nihayet suyun içinde gözlerini açmasına izin verecek kadar yavaştı ve bir zamanlar dimdik ayakta duran tüm o görkemli yapıları gördü. Yanından balık sürüleri gibi geçip giden cesetler gördü, bedenlerin yüzlerinde asılı kalan ifadeleri zihninden silmeye çalıştı.

Nihayet, ne kadar olduğunu bilmediği bir süre sonunda Dierdre bu kez tamamen yüzeye çıktı. Son bir zayıf dalga onu dibe çekmeye çalışırken, son bir ayak çırpışla ona karşı koyabilecek kadar gücü kalmıştı ve yüzeyde kalmayı başardı. Limandan gelen su içeride çok fazla yol kat etmişti, artık daha fazla gidebileceği bir yer yoktu ve Dierdre kısa süre sonra kendini suların çekilip, denize döndüğü ve onu yalnız bıraktığı, çim bir alanda buldu.

Dierdre, yüzü sırılsıklam çimlere gömülü, acıdan inleyerek yüzükoyun yattı. Hala soluk soluğaydı, ciğerleri acıyor, derin nefes alıyor ve her nefesin tadını çıkarıyordu. Başını zor da olsa döndürmeyi başardı ve omzunun üzerinden geriye baktı. Bir zamanlar muhteşem bir şehir olan bölgede artık sudan başka bir şey olmadığını görüp dehşete kapıldı. Yalnızca çan kulesinin ucunun, suyun yüzeyinden birkaç metre yukarıya çıktığını fark etti ve kulenin bir zamanlar onlarca metre yüksekliğinde olduğunu hatırlayıp şaşkına döndü.

Aşırı şekilde bitkin olan Dierdre sonunda kendini saldı. Olduğu yerde yatarken yüzü yere kapandı ve başından geçen her şeyin acısının onu ele geçirmesine izin verdi. İstese bile kıpırdayamazdı.

Saniyeler içinde hızla uykuya dalı, dünyanın uzak bir köşesinde yaşamla ölüm arasında bir çizgideydi. Fakat bir şekilde hayatta kalmayı başarmıştı.

*

“Dierdre,” diyen bir ses duyuldu ve nazik bir dürtme oldu.

Dierdre gözlerini araladı ve güneşin batmakta olduğunu görüp şaşırdı. Buz gibi soğuktu, kıyafetleri hala ıslaktı. Kendini toparlamaya çalışırken ne zamandır orada yattığını merak ediyor, hayatta mı ölü mü olduğunu anlamaya çalışıyordu. Derken omzundaki dürtme tekrar oldu.

Dierdre yukarı baktı ve bunun Marco olduğunu görüp çok rahatladı. Marco hayattaydı ve Dierdre onu gördüğüne çok fazla sevinmişti. Marco dayak yemiş gibi, bitkin, aşırı solgun ve sanki yüzlerce yıl yaşlanmış gibi görünüyordu. Fakat yine de hayattaydı. Bir şekilde hayatta kalmayı başarmıştı.

Marco onun yanında diz çöktü, gülümsüyordu fakat gözlerinde hüzün vardı; gözleri bir zamanlar dolu olan yaşam enerjisiyle parlamıyordu.

“Marco” dedi cılız bir sesle, sesinin rahatsız ediciliği kendisini de sarsmıştı.

Marco’nun yüzünde kanayan bir yara fark etti ve endişeli bir şekilde uzanıp yaraya dokundu.

“Ben ne kadar kötü hissediyorsam, sen de o kadar kötü görünüyorsun” dedi.

Marco onun ayağa kalkmasına yardım etti. Tüm vücudu, aldığı darbeler, kolları ve bacaklarını baştan aşağı dolduran kesik ve çiziklerin acısıyla zayıf düşmüştü. Fakat kaburgalarını kontrol ettiğinde, hiç olmazsa herhangi bir kırık olmadığını anladı.

Dierdre derin bir nefes aldı ve dönüp arkasına bakarken iradesini sağlamlaştırmaya çalıştı. Arkasında tam da korktuğu gibi bir kâbus vardı, sevdiği şehri yok olmuştu, artık denizin bir parçasından başka bir şey değildi ve görülen tek şey çan kulesinin ucuydu. Ufukta ise siyah gemileriyle Pandesia donanması, içeriye doğru hareket ediyordu.

“Burada kalamayız” dedi Marco aceleyle. “Geliyorlar.”

“Nereye gidebiliriz?” diye sordu Dierdre çaresizlik içinde.

Marco boş gözlerle ona bakarken, kendisinin de bir fikri olmadığı anlaşılıyordu.

Dierdre gün batımına doğru bakıp düşünmeye çalışırken kulakları zonkluyordu. Tanıdığı ve sevdiği herkes ölmüştü. Yaşamaya değer hiçbir şey, gidecek hiçbir yer kalmamış gibi hissediyordu. Anavatanınız yok edilmişse nereye gidebilirdiniz ki? Dünyanın tüm yükü omuzlarınıza yüklenirken?

Dierdre gözlerini kapatıp acı içinde başını salladı, her şeyi uzaklaştırabilmeyi diledi. Babasının da orada ölmüş olduğunu biliyordu. Askerleri ölmüştü. Tüm hayatı boyunca tanıdığı ve sevdiği tüm o insanlar, hepsi ölmüştü, hepsi de Pandesialı canavarlar yüzündendi. Artık onları durduracak kimse kalmamıştı. Devam etmesine sebep olabilecek ne vardı ki?

Dierdre daha fazla dayanamadı ve gözyaşlarına boğuldu. Babasını düşünürken dizlerini üstüne çöktü, yıkılmış hissediyordu. Hiç durmadan ağladı, orada ölmeyi istedi, ölmüş olmayı diledi, hala hayatta olduğu için lanet etti. Neden o dalgaların içinde boğulup gitmemişti ki? Neden diğerleriyle birlikte öldürülmemişti? Neden yaşamla lanetlenmişti?

Omzunda teskin edici bir el hissetti.

“Tamam, sorun yok” dedi Marco yumuşak bir sesle

Dierdre irkildi, utanmıştı.

“Özür dilerim” dedi sonunda, hıçkırarak. “Yalnızca… Babam… Artık hiçbir şeyim yok.”

“Her şeyini kaybettin” dedi Marco, onun da sesi ağırdı. “Ben de öyle. Ben de devam etmek istemiyorum. Fakat devam etmek zorundayız. Burada yatıp ölemeyiz. Bu onları onuruna leke sürer. Halkımızın, uğruna yaşadığı ve öldüğü her şeyin onuruna leke sürer.

Ardından gelen uzun sessizlikte Dierdre doğruldu, Marco’nun haklı olduğunun farkına varmıştı. Ayrıca Marco’nun ona merhamet dolu bakan kahverengi gözlerine baktığında aslında hala birine sahip olduğunu fark etti. Marco’ya sahipti. Ayrıca babasının ona bakan, onu gözleyen ve güçlü olmasını dileyen ruhuna sahipti.

Her şeyi kafasından atmaya çalıştı. Güçlü olmak zorundaydı. Babası onun güçlü olmasını isterdi. Kendine acımanın kimseye bir faydası olmadığını fark etti. Ayrıca ölmesinin de kimseye faydası yoktu.

Bakışlarını Marco’ya kilitlediğinde onun gözlerinde merhametten fazlasının olduğunu gördü; gözlerinde Dierdre’ye karşı bir aşk vardı.

Ne yaptığının tam olarak farkında olmadan, Dierdre kalp çarpıntısı içinde uzanıp Marco’nun dudaklarına hiç beklenmedik bir öpücük kondurdu. Bir anlığına başka bir dünyaya geçmiş gibi hissetti ve tüm endişeleri yok oldu.

Dierdre yavaşça geri çekilip, şoke olmuş bir şekilde Marco’ya baktı. Marco da aynı şekilde şaşırmış görünüyordu. Dierdre’nin elini tuttu.

O sırada Dierdre cesaretlenmiş, umutla dolmuştu, yeniden sakin bir şekilde düşünebiliyordu ve bir anda aklına bir fikir geldi. Bir yerde biri daha vardı, gidecek bir yer, dönülecek bir kişi…

Kyra.

Dierdre aniden umutla dolduğunu hissetti.

“Nereye gitmemiz gerektiğini biliyorum” dedi heyecanlı bir şekilde, aceleyle.

Marco merak içinde ona baktı.

“Kyra” dedi Dierdre. “Onu bulabiliriz. Bize yardım edecektir. Her neredeyse, şu an savaşıyordur. Ona katılabiliriz.”

“Fakat onun hayatta olduğunu nerden biliyorsun ki?” diye sordu.

Dierdre başını salladı.

“Bilmiyorum” dedi. “Fakat Kyra her zaman hayatta kalmayı başarır. O, tanıdığım en güçlü kişi.”

“Nerede peki?” diye sordu Marco.

Dierdre düşündü ve Kyra’yı son gördüğünde onun kuzeye doğru yol aldığını, Kule’ye gittiğini hatırladı.

“Ur Kulesi” dedi.

Marco şaşırmış bir şekilde ona baktı; sonra gözlerinden bir iyimserlik pırıltısı geçti.

“Gözcüler orada” dedi. “Diğer savaşçılar da orada. Bizimle savaşabilecek adamlar.” Heyecanlı bir şekilde başıyla onayladı. “İyi bir seçim” diye ekledi. “O kulede güvende olabiliriz. Ve eğer arkadaşın oradaysa çok daha iyi olur. Buradan sadece bir günlük mesafede. Hadi gidelim. Çabuk hareket etmeliyiz.

Marco Dierdre’nin elini tuttu ve tek bir kelime daha etmeden harekete geçtiler. Ormana doğru ve ufukta bir yerde Ur Kulesi’ne doğru yola çıktıklarında Dierdre yeni bir iyimserlik hissiyle dolmuştu.

BÖLÜM ÜÇ

Kyra yangın yerine doğru ilerlerken cesaretini topladı. Alevler gökyüzüne kadar yükseliyor, sonra aynı hızla yere dönüyor, kolları yana açık yürürken, onu tenini yalıyordu. Kyra kendisini sarıp sarmalayan, ona ince bir şekilde sarılan alevlerin yoğunluğunu hissediyordu. Ölüme yürüdüğünün farkındaydı fakat başka bir yöne de gidemiyordu.

Fakat inanılmaz bir şekilde hiçbir acı hissetmiyordu. İçinde bir huzur duygusu vardı. Hayatının sona ermek üzere olduğunu hissediyordu.

İleriye baktı ve alevlerin arasından annesini gördü, annesi alanın diğer tarafında, uzak uçta bir yerde onu bekliyordu. Nihayet annesinin kollarında olacağını düşünürken içi huzurla doldu.

Ben buradayım, Kyra, diye seslendi. Bana gel.

Kyra gözlerini kısarak alevlerin arasından baktı ve annesinin, yükselen alev duvarları ile kısmen örtülmüş, neredeyse yarı saydam yüzünü zar zor seçti. Çatırdayan alevlerin arasında ilerlemeye devam etti. Etrafı tamamen sarılana kadar duramamıştı.

Bir kükreme sesi havayı yardı, alevin çatırtısının bile üzerinde bir sesti ve Kyra başını kaldırıp yukarı baktığında, gökyüzünün ejderhalarla dolu olduğunu görü hayrete düştü. Çığlıklar atarak daireler çiziyorlardı ve o sırada devasa bir ejderha doğrudan Kyra’ya doğru dalışa geçti.

Kyra ölümün kendisine yaklaştığının farkındaydı.

Ejderha, pençeleri öne uzanmış yaklaşırken birden yer Kyra’nın ayaklarının altından kaydı ve Kyra kendini yerin altına, alevlerle kaplı bir dünyaya doğru düşerken buldu; oradan hiçbir şekilde kurtulamayacağını biliyordu.

Kyra soluk soluğa, olduğu yerde sıçrayarak gözlerini açtı. Nerede olduğunu merak ederek etrafına bakınırken, vücudunun her yanının acıdığını hissediyordu. Yüzünde bir acı hissetti, yanakları şişmiş, zonkluyordu ve nefes almakta zorlanarak başını yavaşça kaldırdığında yüzünün çamura batmış olduğunu fark etti. Çamurun içinde yüzüstü yatmakta olduğunu anladı ve ellerini yere dayayarak yavaşça doğruldu. Yüzündeki çamuru silerken neler olduğunu merak ediyordu.

Aniden gökyüzünden bir kükreme sesi geldi ve Kyra havaya baktığında gökyüzünde son derece gerçek bir şey fark etti ve dehşete kapıldı. Gökyüzü her türden, boyuttan ve renkten ejderhalarla doluydu ve hepsi daireler çizerek çığlık atıyor, ateş püskürtüyorlardı. Hepsi öfkeyle doluydu. Kyra yukarı bakarken bir ejderha dalışa geçti ve yere doğru bir ateş püskürttü.

Kyra etrafına bakındı, çevresini inceledi ve nerede olduğunu anladığında kalbi duracak gibi oldu: Andros.

...
7