Yayına Hazırlayan
Yahya TÜRKELİ
ÖZLEM YAYINEVİ
ANKARA
Don kişot: Cervantes
Kapak Resmi: Kubilay Sak
Yayına Hazırllayan: Yahya Türkeli
ISBN: 978-625-7977-19-7
Baskı(kitap): Nisan 2012
E-Kitap: 2020
Bu yapıtın aynen ya da özet olarak hiçbir bölümü, yayınevinin yazılı izni alınmadan kullanılamaz.
Her hakkı saklıdır.
Yayın ve Dağıtım
Özlem Yayınevi
Yenibatı Mahallesi Uğrak Çarşısı, No: 61
Batıkent / Ankara Tel: 0505 346 6049
Marka Tescil: 2012 / 35576
Yayıncı Sertifikası: 20539
Web İletişim:
Web: www.ozlemyayinevi.com
http://twitter.com/ozlemyayinevi
http://facebook@ankaraozlemyayinevi
E-Posta: bilgi@ozlemyayinevi.com
Yüz yıllar önce, İspanya’nın Meça Kentinin bir köyünde; Keşada adındaki çiftçi, kadın kâhyası, yirmi yaşındaki kız yeğeni ve yanaşmasıyla birlikte yaşıyordu.
Keşada, elli yaşında olmasına karşın sağlam yapılı, sporu seven biriydi. Köyünde birkaç tarlası ve bir evi vardı.
Keşada, köydeki yaşıtının aksine kitap okumaya meraklıydı. Bu merakı zamanla o kadar gelişti ki, kitap okumak için odasından çıkmaz oldu. Okuduğu kitaplar hep şövalyelik üzerineydi. Bu kitaplarda, canavarlar ve devler, güzel kadınları tutsak ederlerdi. Keşada, okuduğu kitapların etkisinde kalarak, tutsak edilen soylu kadınları kurtarmak için kendini sorumlu tutmaya başladı. İşi gücü bırakarak aklını buna taktı. Geçim sıkıntısına düşünce de tarlalarını parça parça satmaktan başka çare bulamadı.
Devlerle mücadele etmek ve canavarların elinden soylu kadınları kurtarmak için Keşada’ya şövalye giysileri gerekiyordu. Bunun için tavan arasına çıkarak, dedesinden kalma paslı kılıcı temizleyip parlattı. Başına geçirdiği şövalye miğferinin yarısı yoktu. Yarım miğferi kartonlarla onardı ancak denemek için miğfere bir kılıç vurunca karton tarafı parçalandı. Yeniden tamir ettiği miğferi bu kez denemeden başına koydu.
Eline geçirdiği sırmalı ceketi de giyince ata binecek duruma gelmişti. Derisi kemiklerine, yapışan güçsüz at onun için bir küheylandı. Atın tarihe geçmesi için bir ad bulması gerekiyordu. Sonunda atına Paşinante adını verdi. Şövalyeler gibi giyinip, zayıf atına binince, köyde tur atmaya başladı. Bu arada kendine de yeni bir ad bulması gerekiyordu. Tarihe Don Kişot adıyla geçmesinin daha uygun olacağını düşündü.
Ancak kahraman bir şövalye için bunlar yeterli değildi. Uğruna savaşacağı bir sevgilinin gerekeceği ortadaydı. Sevgilisi olmayan şövalyenin bir amacı da olamazdı. Diğer insanlardan farkı da kalmazdı. Bu nedenle köyün en güzel kızını kendine sevgili seçti. Onun da tarihe geçmesi için adını değiştirdi. Kulağa hoş gelen görkemli bir ad olarak Toboso’da karar kıldı. Bu adı kullanan hiç kimse yoktu.
Don Kişot’un artık bir eksiği kalmamıştı. Yollara düşmenin zamanı gelmişti. Zırhını kuşandı, kılıcını beline taktı, miğferini başına geçirdi. Temmuz ayının bir sabahında kimseye görünmeden arka kapıdan at üzerinde çıktı.
Köyden çıkarken, aklına şövalyelik unvanı geldi. Bu unvan olmadan kimseyle mücadeleye giremezdi. Her şövalyeye bir unvan gerekliydi. Evet, böyle bir unvan bulacağını düşünerek eve dönmekten vazgeçti. Nasıl olsa karşısına böyle bir şövalye çıkar, onunla karşılaşarak unvanını alabilirdi.
Bu düşünceyle gün boyu yol aldı ancak karşısına çıkan olmadı. Akşama doğru kendi de atı da bitkin düştü. Üstelik çok da acıkmışlardı. Don Kişot, geceyi geçirmek için bir yer ararken, gözüne bir han takıldı. Don Kişot, her gördüğünü kafasında bambaşka bir biçimde canlandırdığından, bu hanı da bir şato olarak düşündü. Ona göre hanın dört kulesi, iner kalkar köprüsü, çevresi su dolu hendeği vardı. Tam şövalyelerin konuk olabileceği bir yerdi ancak atıyla şatoya yaklaştığında, şövalyeleri karşılayacak boru sesi gelmedi. Biraz bekledikten sonra atını sürüp ahıra girmek istedi. Bu arada koyunları toplayan çobanın kaval sesini duydu. Bu sesi, boru sesi olarak değerlendirdi. Kapının önüne çıkan iki genç bayanı görünce konuşmaya başladı:
– Soylu bayanlar, en derin saygılarımı lütfen kabul edin dedi..
Bu ilginç kılıklı adamı ilk gördüğünde korkup içeri kaçmak isteyen genç bayanlar, onun konuşmasından durumu anladılar. Hemen gülmeye başladılar. Don Kişot, buna çok kızdı. Hancı gelmeseydi, alay edilmesinden ötürü iş kötüye varabilirdi.
Hancı, iyi yürekli biriydi. Karşısındaki gülünç kılıklı adamın başına dert açmasını istemiyordu. İşi alttan almaya çalıştı.
– Bize şeref verdiniz soylu şövalye. Eğer yatacak yer arıyorsanız, biliniz ki, hanımızda boş yatak yoktur. Başka emirleriniz olursa ilgilenelim, dedi.
Böylesine ciddi karşılama Don Kişot’un çok hoşuna gitmişti.
– Önemli değil, dedi. Çünkü bir şövalye için süs ve silâh kadar dinlenememesi, eziyet çekmesi de kutsal bir savaştır.
– Madem öyle şövalye, yatacağınız yer sert bile olsa, her an tetikte bulunmanızı sağlayacaktır.
Kızlar, Don Kişot’un zırhını çıkarmak için çok uğraştılar. Başındaki miğferi ise çıkaramadılar. Miğferin karton kısmının kesilmesine Don Kişot razı olmadığından geceyi miğferiyle geçirmek zorunda kalacaktı.
Hanın bahçesine bir kilim serildi. Hancı kurutulmuş balık ile bayat ekmek getirdi ancak Don Kişot bunları yemekte zorluk çekiyordu. Koluna bağlı metaller elini ağzına götürmesini engeldi. Kızlardan biri ona yardım etti. Hancı da çubukla şarabını içirdi.
Karnı doyan şövalye için tek sorun kalmıştı, o da kılıç kuşanmak. Hancıdan kendisine şövalye unvanı vermesini rica etti. Hancı açıkgöz biriydi. Konuğunun biraz deli olduğunu bildiğinden, bu isteğini kabul etti. Şatodaki silâhları bekledikten sonra bunun gerçekleştiğini anlattı sonra da Don Kişot’a sordu:
– Merakımı hoş görün efendim, üzerinizde para var mı? dedi.
Don Kişot, sert bir biçimde cevap verdi:
– Okuduğum kitaplardan öğrendiğime göre şövalyeler, maden parçası taşıyacak kadar alçalmazlar.
– Yanılıyorsunuz efendim. Şövalyelerin atlarına bakan seyisleri olur. Parayı efendileri yerine onlar taşır. Üstelik bu seyisler yedek çamaşır ile efendileri çarpışınca yaralarına sürmek için merhemler de bulundururlar. Bunlar olmadan yola çıkmamalısınız efendim.
Don Kişot, bundan böyle bu öğütleri yerine getireceğini bildirdi. Sabaha kadar avluda nöbet tutmak için zırhını avludaki yalağa bıraktı. Bir eline kalkanını, öteki eline de kargısını alarak avluda tur atmaya başladı.
Handakiler, gece yarılarına kadar Don Kişot’a bakarak güldüler. Sabahleyin bir yolcu, katırına su vermek için yalağın başına geldi. Yalağın içindeki zırhı görünce, kaldırıp dışarı fırlattı. Buna çok sinirlenen Don Kişot, kargısını adamın başına indirerek yere serdi. Zırhını tekrar yalağa koyarak nöbetine devam etti. Az sonra, olanlardan habersiz bir yolcu daha, yalağın başına doğru yürüdü. Bu kez Don Kişot, sorgusuz sualsiz, bu adamın da başına kargısını indirdiği gibi onu da ötekinin yanına yıktı. Adamların acıdan bağrışmaları üzerine herkes dışarı döküldü. Don Kişot’un yanına kimse yaklaşamadı ama onu uzaktan taşladılar. Hancı bu oyuna son vermek için Don Kişot’u buradan uzaklaştırmayı tasarladı. Onun yanına giderek:
– Efendimiz adamların cezasını verdi. Nöbetini de eksiksiz yerine getirdi. Şövalye olmanız için bir engel kalmadı. Kılıcımın tersiyle omzunuza dokunarak sizi şövalye yapabilirim, dedi.
Don Kişot sertçe karşılık verdi:
– Verdiğiniz sözü hemen yerine getiriniz! Şövalye olduktan sonra yine saldırıya uğrarsam, bu handa tek canlı bırakmam bilmiş olun! dedi.
Bu sözler hancının canını sıktı. Bu deliyi bir an önce başından defetmek için tören hazırladı. Hesap defterini getirerek, dua kitabı niyetine Don Kişot’un önüne koydu. İki kızının arasına aldığı Don Kişot’un diz çökmesini istedi. Uşaklardan biri mumları yaktı. Hancı hesap defterine bakarak bir şeyler mırıldandı sonra kılıcının tersiyle Don Kişot’un omzuna sertçe vurdu. Ayağa kalkan Don Kişot’un beline kılıç takılarak tören tamamlanmış oldu. Böylece, bugüne kadar görülmemiş bir şövalyelik töreni gerçekleştirdi.
Don Kişot, sevinç içinde handan ayrıldı. Evine dönüp para ve yedek çamaşır alacaktı. Seyis olması için, yoksul komşusunu düşünüyordu. Eksiksiz bir şövalye olabilmesi için köyünün yolunu tuttu.
Öğleye doğru dörtyol ağzına gelince, bir grup yolcu ile karşılaştı. Bunlar ipek almaya giden tüccarlardı. Don Kişot, yeni bir serüvenin eşiğine geldiğini anladı. Kitaplarda okuduklarını uygulamaya koyuldu. Hemen yolun ortasına dikilerek:
– Durun bakalım! dedi yolculara.
Yolcular, Don Kişot’un hem ilginç kıyafetine hem de yollarını kesmesine çok şaşırdılar. Biraz süzdükten sonra yollarını kesenin deli biri olduğunu anladılar.
Bu arada Don Kişot:
– Dünyada Toboso’dan daha güzel bir kadının olmadığını söylemeden bir yere gidemezsiniz! diye ba-ğırdı.
Yolculardan biri:
– Sayın şövalye, dedi. Sözünü ettiğiniz bayanı tanımadığımız için bir şey söyleyemeyiz.
Don Kişot daha da sertleşti.
–Önemli olan, sevgilimi tanımadan onun dünya güzeli olduğunu söylemenizdir. Bunu dört bir yana haykırmanızdır. Yoksa size meydan okurum, dedi.
Tüccarların başı, belâyı savma çabasındaydı.
– Saygı değer şövalye, rica ediyorum. Sevgilinizin küçük bir resmini bile görmemiz yeterli. Bilmediğimiz bir şey için and içip günaha giremeyiz, dedi.
Sinirlenen Don Kişot, konuşan adama öyle bir saldırdı ki, eğer zayıf atı tökezleyip şövalyemiz yere yuvarlanmasıydı, tüccarın işi tamamdı. Atının yanında sürüklenen Don Kişot, ağır miğferi ve zırhlarıyla boylu boyunca yere uzandı. Doğrulacak gücü kendinde bulamadı. Kafasını kaldırarak:
– Kaçmayın alçaklar! Atım tökezlemeseydi ben size gösterirdim! diye bağırdı.
Tüccarlar uzaklaşıyorlardı ancak içlerindeki katı yürekli bir katırcı dönüp, Don Kişot’un kargısını parçaladı. Bir parçasıyla onu kıyasıya dövdü. Yerde yatan şövalye yediği dayağa karşın bağırmaktan geri durmadı. Yolcuları tehdit etti. Sonunda katırcının kolundan çekerek oradan uzaklaştırdılar.
Yediği dayaktan her tarafı çürük içinde kalan Don Kişot, bir türlü yerinden kalkamadı. Gezginci şövalyelerin başına böyle aksiliklerin gelebileceğini düşündü. Bütün suçu atında buldu. İnleyip dururken şansı yaver gittiğinden olacak ki, bir yolcu gözüktü. Hemen yerde yatan şövalyenin yanına koşarak, onu kaldırmaya çalıştı. Yaralarına bakarken onu hemen tanıdı.
– Bay Keşada, nasıl oldu da bu hâllere düştünüz? dedi.
– Don Kişot, söylenenleri umursamadı. Atının tökezlemesinden dolayı başarısının engellendiğini anlattı. Köylüsü Don Kişot’u eşeğine zorlanarak bindirdi. Çevresindeki kırık parçaları da topladı. Köye yaklaşınca akşamın olmasını bekledi. Kimsenin Don Kişot’u böyle görmesini istemiyordu. Karanlık basınca Don Kişot’u evine bıraktı.
Köyün papazı ile berberi de evdeydi. Kâhya kadını teselli etmek için gelmişlerdi. Kâhya kadının sesi dışarıdan duyuluyordu:
– Papaz efendi, efendimin başına bir şey mi geldi acaba? Altı gündür ortalarda yok. Kendi kendine konuşuyordu hep. Şövalye olmaktan, dünyayı dolaşmaktan söz ediyordu. Atı ve zırhlı elbiseleri de alıp gitti.
Yeğen kız da berbere dert yanıyordu:
– Ah Nikola Usta, amcam kitaplarını okur sonra da kılıcını çekerek odanın duvarlarına saldırırdı. Kan ter içinde kaldıktan sonra devleri, canavarları hakladığını söylerdi. Bu durumu daha önce size anlatmalıydım.
Köylü bunları duyduktan sonra kapıdan seslendi:
– Bakın size kimi getirdim?
Telaş ve heyecanla kapıya koştular. Eşeğin üstünden inmeyen şövalyeyi kucaklamak istediler.
Don Kişot bağırdı:
– Hepiniz geri çekilin. Atımın yüzünden yaralandım. Beni yatağıma götürerek, büyücü Urganda’yı çağırın. Yaralarımı sararak beni iyileştirsin.
Kâhya kadın:
– Gördünüz mü başımıza gelenleri? Urganda denen adamın yardımı olmadan da onu iyileştirebiliriz, dedi.
Yatağına uzanan Don Kişot, on devle savaştığını, sonunda atından düşerek yaralandığını anlattı. Bunun üzerine köyün papazı:
– Demek işin içine devler de girdi. Yarından tezi yok, ben bütün devleri ateşe vereyim de günlerini görsünler, dedi.
Daha sonra Don Kişot’a birçok sorular soruldu ama o hiçbirini cevaplamadı. Karnını doyurduktan sonra uyumak istiyordu.
Ertesi gün, papaz eve geldi. Don Kişot’un uyanmadığını anlayınca, kitapların bulunduğu odayı sordu. Kız yeğen, amcasının bu zararlı kitaplardan kurtulması için gerekeni yapmaya hazır olduğunu açıkladı. Odaya çıkıp kitapları gözden geçirmeye başladılar. Bu odada yüzlerce kitap vardı. Papaz içinde işe yarar kitap var mı diye bakarken, Don Kişot uyanmış avazının çıktığı kadar bağırıyordu:
– Hey yiğit şövalyeler! Çarpışma başlıyor, hazır olun!
Bunları duyunca kitapları bırakıp Don Kişot’un yanına koştular. Don Kişot, kılıcını duvarlara çarpıyor, şövalyelerle çarpışıyormuş gibi bağırıyordu. Papaz onu yatıştırmak için:
–Üzülmeyin aziz şövalye, dedi. Bugün yitirdiklerinizi yarın kazanacaksınız. Biraz daha kendinizi toparlayınız.
Don Kişot.
–Çok yorgunum ama iyi bir kahvaltı hazırlanırsa kendimi toparlayabilirim, dedi.
Kahvaltısını yapan Don Kişot, yeniden uykuya daldı. Bunu fırsat bilen kâhya kadın, bütün bu kitapları bir başka eve götürüp sakladı.
İki gün sonra ayağa kalkan Don Kişot, hemen kitap odasına gitti. Kitaplarını bulamayınca, kâhyaya geldi. Kitaplarına ne olduğunu sordu. Kâhya kadın:
– Kitapları da, kitap odasını da şeytan alıp götürdü, dedi.
Kız yeğen de, kitapları büyücünün götürdüğünü anlattı.
– Sen ayrıldığın gece, bulutlardan bir büyücü geldi. Evi sisler içinde bırakarak kitapları alıp gitti.
“Onlar amcamın kitaplarıdır, bırak!” dedimse de dinlemedi beni, dedi.
На этой странице вы можете прочитать онлайн книгу «Don Kişot», автора Мигеля де Сервантеса. Данная книга относится к жанрам: «Зарубежная старинная литература», «Европейская старинная литература». Произведение затрагивает такие темы, как «жизненные ценности», «философская проза». Книга «Don Kişot» была издана в 2020 году. Приятного чтения!
О проекте
О подписке